HINCAL ULUÇ
İşte 19 Mayıs’ta başlayan Türkiye!.
Hatay, zaten Yeni Türkiye’nin simgesi bir ilimiz..
Sevgili dostum, eski Kültür Bakan Yardımcısı, yeni Hatay
Milletvekili Hüseyin Yayman‘dan aldığım haber, harika bir 19 Mayıs armağanı
oldu bana.
19 Mayıs 1919’da İstanbul’dan yola çıkan geminin yarattığı “Yeni Türkiye”nin
ne olduğunu dünyaya anlatan bir haberdi o, çünkü..
Hatay, zaten Yeni Türkiye’nin simgesi bir ilimiz..
Hatay halkı, Birinci Dünya Savaşı sonrası sınırları, kazananlar tarafından
nerdeyse cetvelle ve petrole göre çizilen yapay Arap devletlerinden birinin
parçası, Fransız sömürgesi olarak kalmaktansa, kendi oyları ile, bu 19 Mayıs
Türkiyesi’ne katılma kararı vermişti..
Bu simge Hatay’da, bir de simge köy vardı.. Gitmiş, görmüş, 18 Ekim 2018’de bu
köşede yazmıştım size..
“Minnacık ama nasıl ‘Dev’ bir köy” diye..
“43 haneli, 130 nüfuslu.. Ama dünyaya örnek Hatay’ın, anlamı dünyalara
sığmaz şirin köyü” demiştim..
Hatay, üç büyük dinin buluşma noktası adeta.. Dünyanın ilk Hıristiyan kilisesi
burada..
Anadolu’nun ilk İslam camisi burada.. 50 metrelik daracık bir sokakta, hem
cami, hem kilise, hem sinagog var..
Ezan.. Çan.. Hazan sesleri ayni sokaktan yayılıyor.
Yayman dost, Öcal ağbim, Özay ve Ercan’la çıktığımız Hatay gezimize genç
Arkeolog Erdem Çinkay’ı mihmandar yapmış, ben de Erdem’e “Önce Vakıflı
Köyü” demiştim.
Neden?.
Hazreti Musa ile Hızır Aleyhisselam’ın buluştukları ve birlikte, Kuran’da uzun
uzun anlatılan yolculuğa çıktıkları yer, bu Vakıflı köyündeydi, işte.
Hz. Musa, Yüce Tanrı’nın kendisine tarif ettiği yere gelince ordaki bir su
kaynağının başında durmuş, eğilip bir tas içmek için, bastonunu ıslak ve
yumuşak toprağa dikmişti. Döndüğünde o bastonun yeşerdiğini gördü..
O su, Hayat Suyu, Ab-ı Hayat orda hala akıyor..
Yüzlerce yaşında, ancak on kişinin el ele vererek sarabileceği devasa ağaç
orda..
..ve asıl önemlisi..
Vakıflı, 19 Mayıs Türkiyesi’nin tüm gelenek ve görenekleriyle muhafaza
edilmiş tek Ermeni köyü..
Orda unutulmaz dostlar edindim.
Köyde kadınlar kolu kurup, ürettikleri el işleri ve yerel şarapları satan ve
adı “En Değerli” anlamına gelen Kuhar Kartun!.
Telefonunun zili “Sarı Gelin” çalıyor..
Anadolu ve Kafkasların ortak türküsü..
Oturup kahve içmeden, Vakıflı gençlerinden Misak Hergel, köyün minik ama çok
şirin kilisesine götürdü beni. Nasıl güzel, nasıl sıcak..
Kahvede emekli felsefe hocası, ama günümüz Feylesofu Boğos Silahlı ve Köy
Ermeni Cemaati Başkanı Cem Çapar’la da tanıştım.
Ne sıcak saatler geçirdim, Vakıflı’da.. Hepsine “Mutlak gene geleceğim” sözü
vererek, sarmaş dolaş olarak ayrıldık.
Yayman dostla anlaşmamız..
19 Mayıs Türkiyesi, Vakıflı’da iki sene içinde “Musadağ Müzesi” açacaktı.
O açılışta, orda olacaktık işte..
Yayman dost, Müze yöneticisi Lora Baytar Çapar‘ın
notunu iletti bana..
“Türkiye’nin tek Ermeni köyü, Hatay Vakıflıköy’de Musadağ Müzesi ziyaret
edilmeye hazır.
Koronavirüs önlemleri sebebi ile resmi açılış, yıl sonunda veya 2021 yılında
yapılacak ama, müze, normalleşme durumunda, muhtemelen Haziran ayından itibaren
ziyaretçilere açılacak.
Vakıflı Köyü, Türkiye’nin, toplum yaşantısını ve geleneklerini
sürdüren, dilini kaybetmemiş tek Ermeni köyü ve korunması gereken kültür
varlıklarından biri.
Hatay’ın çok kültürlü yapısının önemli yapıtaşlarından biri olan köyün, geçmişten
günümüze taşıdığı geleneksel yapı, kültür ve turizm açısından oldukça önemli..
İşte bu bilinçle,Vakıflıköylüler, DOĞAKA (Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı)
desteğiyle kolları sıvadı ve geçtiğimiz aylarda yapımı tamamlanan Musadağ
Müzesi’ni kurdular..”
*
19 Mayıs 1919’da yola çıkan gemi Mustafa
Kemal‘i ve onun kafasındaki “Yeni Türkiye Ruhu”nu
taşımasaydı, bugün Vakıflı Köyü, bugün Musadağ Müzesi, ayni daracık sokakta
Ezan, Çan ve Hazan sesi olur muydu?.
Musadağ Müzesi, işte bu yüzden 19 Mayıs Türkiyesi’nin simgesidi
***
Corona savaşının “Adsız” kahramanları..
Yeditepe Üniversitesi’nin temelinde çok harcı olan Sedefhan Hocam (Oğuz),
babadan müthiş bir eğitimci ve çok sevdiğim dostumdur..
O telefon etmese “Bak ünlü Time bile kapak yaptı, ama bizde
adları bile geçmiyor” demese, onları çokyakından
tanıyan ben bile adlarını anmayacaktım..
“Onları çok yakından tanıyan ben bile..” İlkokul öğrencisiydim
tanıştığımda.
Hastanede sünnet olmama karar verilmişti. Bayıltılar..
Ayılttılar..
Daha sonra, sayısını unuttuğum kere, bayıltıldım,
ayıltıldım..
İki tanesi ki, biri 10, öteki 9 saat sürmüştü, ölüm kalım meselesi
ameliyatlardı.
İlki artık iflas etmiş ve zehirlerini karın boşluğuma sızdırmaya başlayarak
ölümün eşiğine getiren at nalı denen, yapışık iki böbreğimden soldakinin
alınmasıydı. İhmale bakar mısınız, bendeki.. O hale gelene dek!.
Alınmazsa ölecektim. Milimi milimine doğru alınmazsa gene ölecektim..
Gülhane Hastanesi’nde ameliyatı beklerken, Cahit ağabeyi gördüm.. Baba
tarafından kuzenim, köy tatillerinde çok tatlı günler yaşadığımız Cemil amcamın
oğlu..
Tıp okumuş, doktor olmuş, “Narkoz” ihtisası
yapmıştı.. Yani bugün bilinen adıylaanestezi..
Aslında başka bir şehirde görevliydi.
“Senin başında olmak için izin alıp geldim” dedi..
Başta o muhteşem Orhan Göğüş hocam bağlandığım ameliyat masasında etrafıma
toplandığında Cahit ağabey geldi. Koluma bir iğne yaptı.. “Dank” diye
bir ses duydum mu bilmem.. Anında gittim.
Geldiğimde üzerinde yattığım sedyeden başka bir şey olmayan odadaydım.
Başımda Cahit ağabey..
“Hoş geldin Hıncal” dedi.. Her şey mükemmel geçti. Merak
etme..” “Nerdeyim” dedim.. “Burası reanimasyon odası”
dedi..
Animasyon, sinemadan bildiğim bir laftı.. Çizgi filmlere dünya öyle derdi..
Türkçesi, “Canlandırma!.” “Reanimasyon” da “Yeniden
canlandırma” oluyordu.
Ameliyat ekibi, çok rahat çalışsın ve hasta, hiçbir şey hissetmesin diye adeta
ölü hale getiriliyordu da narkozla, bu yüzden ayıltmaya “Yeniden
canlandırma” deniyordu.
Muhteşem iş yapıyorlardı narkozcular yani.. Ama dünya ameliyatı yapanı
tanıyordu. Götürüp, geri getireni değil..
2009’da, bir kere daha, gene ihmalimden, benim için ölümden beter duruma
geldim. Boyundan aşağımı felç yapacak bir değil, üç disk kayması..
Ancak Azmi hocam (Hamzaoğlu) gibi dünya çapında bir omurga ustası yapabilirdi
bu işi.. İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş ya.. Gene öyle oldu..
9 saat sürmüş ameliyatım..
Üç dejenere boyun omurumu almışlar, yerine titanyum omurlar koymuşlar.
Eskisinden de sağlam olmuş artık, Biyonik Adam Hıncal!.
Gene koluma bir iğneyle başladı her şey..
Bu defa gözümü açtığımda yoğun bakımdaydım.
Başımda da, herkesin “Hocam.. Hocam” diye etrafında pervane olduğu
bir profesör vardı..
Sabah 8’de başlamıştı ameliyat..
Osman Hoca (Bayındır) ertesi sabah 8’e kadar başımdaydı, yoğun bakımda..
Ben o fevkalade sıkıntılı geçen ve bitmeyen geceyi yaşarken, yaşatan Osman
Hocaydı. Bir yandan bilimsel uzmanlığı, bir yandan muhteşem psikologluğuyla..
Osman hocam da Cahit ağabey gibi narkoz uzmanıydı. Meslek yaşamlarının nerdeyse
yüzde 80’i, yoğun bakımda ve “Yeniden canlandırma” ile geçen isimsiz
insanlardan..
Lafı nereye getirmek istediğimi fark ettiniz herhalde..
Bütün dünyada yoğun bakımların en dolu, hatta ilave yataklarda, nerdeyse yüzde
150 dolu olduğu bir dönem yaşıyoruz..
Korona savaşı asıl yoğun bakımda veriliyor.
Peki o yoğun bakımda, bu kadar risk altında, dinlenmeden çalışanlar kimler?.
Hemşireleri, hasta bakıcıları biliyoruz..
Peki bana bir narkoz uzmanı, anestezist, “Yeniden canlandırma”
uzmanı, doktor, profesör adı verebilir misiniz?.
Korona savaşının nerdeyse göz kırpmadan, yorgunluk nedir bilmeden savaşan “Adsız
Kahramanlar” onlar..
Sedefhan hocama minnet ve şükran, aklımı başıma getirdiği için..
***
..ve Armağan!..
Gerçekten harika bir 19 Mayıs yaşıyorum..
Hüseyin Yayman dostum Soyut Armağanların en güzelini, Hatay’dan verirken, somut
olanı da Kütahya‘dan geldi.
Kütahya Seramik’in kocaman paketini açtığımda, köpükler arasına konmuş bir
fincan gördüm.
Bildiğiniz, sıradan bir fincan işte.. Üzeri ayna. Resmen ayna..
O köpükleri kaldırdım..
Altından fincanın tabağı çıktı.
Hani suya taş atarsınız dalgalar oluşur. Öyle dalgalı bir tabak.. Dalgalar
üzerinde kara lekeler..
“Bunu niye göndermişler bana” diye düşünerek,fincanı
tabağa koydumki..
Olmaz böyle şey..
Bu nasıl bir tasarımdır, sevgili Sema Güral Sürmeli dost..
Tabaktaki dalgalar üzerindeki kara lekeler, ayna fincan üzerinde adeta bir
mozayik gibi birleşiyor ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Kocatepe’deki
“İkonik” fotoğrafının siluetini görüyorsunuz, yansımada.. Tabağın
size bakan dalgalarında da okuyorsunuz..
“Mevzubahis vatansa, gerisi teferruattır.” Gazi M. Kemal.
Kütahya Porselen bu özel tasarımı sadece 500 tane yapmış.. Adını “Minnet
Koleksiyonu” koymuşlar ve numaralamışlar.
180 numaralı olanı bende..
19 Mayıs 1919’da yepyeni bir Türkiye kurmak için yola çıkan Gazi Mustafa Kemal
Atatürk ve arkadaşlarına, minnet, şükran, saygı ve sevgiyle..
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramınız kutlu olsun, Türkiyem!.
***
Tebessüm
Öğretmen sınıfına sordu..
“Büyüyünce ne olacaksınız?.
Küçün Can el kaldırdı..
“Milyarder olacağım. Kız arkadaşımı alıp en pahalı restoranlara, kulüplere
gideceğim. Canım istediği zaman dünyanın istediğim yerine uçmak için bir jetim,
bir Ferrarim, Maldivler’de ve Paris’te birer evim olacak.. ve de cebimde
limitsiz kredi kartım..”
“Ya sen Ayşe” dedi, öğretmen..
“Ben Can’la evleneceğim, öğretmenim!.”
Sevdiğim Laflar
“Kemalizm, geçmişin bekçisi değil, geleceğin öncüsüdür.” Ahmet
Taner Kışlalı(Mezar taşına kazılı)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.